11 Mayıs 2016 Çarşamba

Şans

Şansa körü körüne bağlanmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Şanssızım demek doğru tabir değil. Elbette şans denen şey vardır o da kısmet. İnsanlar bir şeyleri kendi emekleriyle kazanarak elde ederler. Hiç bir şey yapmadan bekleyip sonra da şanssızım demek bana göre yanlış. Bir şeylerin gerçekleşmesini istiyorsak çabalamalı, cesaret göstermeli hatta riske girmeli. Çünkü risk olmadan elde edilemeyecek şeyler vardır. Engellere boyun eğmemeli, onları aşmak için gayret göstermeliyiz. Ancak bu şekilde isteklerimize ulaşabiliriz. Fakat bu uğurda başkaları hiçe saymak uygun olmaz. Hem kendimizi hem başkalarını düşünmek zorundayız. Bir toplum içinde yaşıyoruz. Bundan ötürü başkalarının haklarını göz ardı etmemeliyiz. Herkese saygı göstermek durumundayız.

Köylü ile Bülbül

Köylünün kendi elleriyle oluşturduğu bir bahçesi varmış. Bu bahçede de güller varmış. Köylü bu güllerden birini çok severmiş.

Bir sabah gülünü sevmeye gitmiş ama bir de ne görsün? Bülbül yüzünü güle sürüp gülün yapraklarına zarar veriyormuş. Sinirlenen köylü bülbülü kafese kapattı. Bülbül neden kafese kapatıldığını anlayamadı ve sordu:

-Beni neden kafese kapattın? Suçum ne? dedi.

Köylü:

-Sevdiğime zarar verdin dedi.

Bülbül:

-Güle zarar verdim diye bunları yapıyorsun ama bana verdiğin bu ceza ne olacak? dedi.

Bunun üzerine köylü bülbülü serbest bıraktı.

Bülbül:

-Sen bana iyilik yaptın, ben de sana iyilik yapacağım, dedi. Bahçedeki ağacın altını kaz, orada hazine var dedi. Köylü bülbülün dediğini yaptı ve hazineyi buldu. Köylü bülbüle şöyle dedi:

-Hazineyi gördün de benim sana yaptığım tuzağı nasıl görmedin? dedi. Bülbül:

-Takdir-i ilahi hükmünü gösterecekse göz görmez.


10 Mayıs 2016 Salı

Hayreti-Gazel

Dilerem can oynayup ışkunda cana ten yakam
Raksa girem germ olup meclisde pirahen yakam

Bal ü per yirine bi-perva dil ü can yandurup
İsterem kim ışk odın pervaneden ruşen yakam

Çak çak olmak mukarrerdür hayatum camesi
Dest-i hicranundan olmazsa halas erken yakam

El uzatma har tek damanına bir kimsenün
El elinde olmasun dirsen birader sen yakam

Sözlerümde Hayreti bir suz var kim umaram
Gün gibi bu Rumda Husrev çerağın ben yakam

Lami'i Çelebi-Gazel




Asıl adı Mahmud. Eserlerinden kazandığı parayla geçinen nadir şairlerdendir.

Gerçi hak itdi vücudum hasret-i ruyun senün
Gitmedi dilden heva-yı kadd-i dil-cuyun senün

Anlamı:

Sevgilinin hasretinden toprak olmuş yani ölmüş fakat yine de hasreti bitmemiştir.

Micmer-i canın yakaldan ışk odı ben hastenün
Doydı buy-ı üstühanumdan seg-i kuyun senün

Anlamı:

Micmer, buhurdanlık demektir. Eskiden buhurdana güzel kokular saçılması için amber serpilirmiş. Gönlünü buhurdanlığa benzetmiş. Kemikler gönül buhurdanlığında yanıyormuş ve köpeklerde bu kokudan doymuş.

Cana minnetdür ne navek kim urur ya kaşlarun
Olmışamdur haşre dek candan du'a-guyun senün

Anlamı:

Kaşlar yaya benzetilmiş ve aşığa ok atıyor.

Berk-veş bir dem görinüp gizlenürsin ey peri
Ademiler öldürür vallahi bu huyun senün

Anlamı:

Sevgiliyi bir görünüp  bir kaybolması yönüyle şimşeğe benzetmiş. Bu huyu insanları öldürürmüş.

Dem ururmuşsun heva-yı müşk-i zülfinden meger
Bu sebebden can virürmiş ey saba buyun senün

Anlamı:

Şiir yazılan şahsın saçının güzelliği vurgulanmıştır.

Eşiğinde baş komuşsun ol mehün subh-i ezel
Anun içün çarha döndi ey güneş kuyun senün

Anlamı:

Ey güneş ezel sabahı o ayın eşiğine baş koymuşsun onun için senin mahallen feleğe döndü.

Hey nice rind-i cihansın Lami'i sufi-sıfat
Hankah-i çarhı dutdı hay-i pür-huyun senün

Anlamı:

Rind, samimi bir tiptir. Sufi ise dindar görünmeye çalışan kimse. Bu beyitte de nasıl rindsin diyor kendine. Sufiler gibi hay huy edersin diyor.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Klasik Türk Edebiyatı

Bu dala çeşitli adlar verilmiştir: Divan edebiyatı, Eski edebiyat, Saray edebiyatı...

Bu dala mensup ürünler Arapça, Farsça ve Türkçe'nin karışımıyla zuhur etmiştir. Nazım şekilleri; gazel, kaside, mesnevi ve daha pek çoğu. Aruz kalıplarıyla yazılmıştır her biri ve çeşitli sanatlar mevcuttur. Teşbih, intak, tezad, hüsn-i talil, istiare... Şair hayal gücünü kullanarak her biri ayrı şaheserler ortaya koymuştur.

Değişik konulardan da faydalanılmıştır. Tarih, astronomi, coğrafya, peygamberler, ayetler... Şairler bütün bu konulara hakimlerdi. Her konuda bilgileri vardı. Çünkü kendilerini çok iyi geliştiriyorlardı. Halkın çoğu şiir yazar ve okurdu. Padişahlar bile şiir yazarlardı.

Bu edebiyat her şeyden katılarak oluşmuş bir edebiyattır.

Türk Halk Bilimi

Türk halk bilimi, Türk dili ve edebiyatı bölümünün ana bilim dallarından biri olmakla beraber ayrıca bazı üniversitelerde tek başına bir bölümdür.

Türk halk bilimi, adından da anlaşılacağı gibi Türk halkının adet, gelenek, inançlarını, oyunlarını, yemeklerini, kıyafetlerini tanıtan bir bilim dalıdır. Diğer bir adı Folklor'dür. Lakin folklor günümüzde halk oyunu diye bilinir. Bu yanlış bir kanıdır. Folklor halk biliminin diğer adıdır.

Bu bilim dalı iyi bir araştırma işidir. Her yeri köşe bucak gezmek lazım, insanlarla konuşmak lazımdır. Bu işi yapanların sevmesi gerek anlayacağınız.

8 Mayıs 2016 Pazar

Ferhad ve Şirin Hikayesi

Azerbaycan'da Erzen kentinin kadın hükümdarı Mehmene Banu kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmıştır. Köşkü süsleme işini o yörenin en usta süslemeci Ferhad'a verirler. Ferhad çalışırken Şirin'i görür ve ona aşık olur. Mehmene Banu da Ferhad'ı sevmektedir. Bu nedenle Şirin'le evlenmesini istemez. Ferhad bir gezi sırasında Amasya kentinin hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışır. Hürmüz Şah Ferhad'ın başına gelenler. dinleyince onu yanına alır. Birlikte Erzen'e giderler. Hürmüz Şah Şirin'i Ferhad için Mehmene Banu'dan ister. Mehmene Banu karşı çıkınca iki hükümdar birbirlerine savaş açarlar. Savaş sırasında Hürmüz Şah'ın oğlu da Şirin'e aşık olur. Savaş sonunda yenilen Mehmene Banu her şeyi bırakarak kaçar. Şirin Amasya'ya getirilir. Oğlunun da Şirin'e aşık olduğunu öğrenen Hürmüz Şah güç durumda kalır. En sonunda Ferhad'd başarılması güç bir iş verir ve bu işi başarması koşuluyla Şirin'e kavuşabileceğini söyler. Ferhad Amasya yakınlarındaki bir dağı delecek ve kente oradan su getirecektir. Ancak bu işi başarırsa Şirin'le evlenebilecektir. Ferhad büyük bir coşku ile işe koyulur ve bir süre sonra işin sonuna yaklaşır. Ferhad'ın bu işi başaracağını anlayan Hürmüz Şah çalıştığı bir dağda Ferhad'a yaşlı bir kadınla Şirin'in öldüğü haberini yollar. Bu yalan habere inanan Ferhad Şirin'in ölüm acısına dayanamaz ve dağları deldiği gürzünü canına kıymak amacıyla havaya fırlatır ve yere düşen gürzün altında kalarak ölür. Ferhad'ın ölüm haberini alan Şirin'de bir hançerle kendini öldürür. İki sevgiliyi yan yana gömerler.


Leyla ve Mecnun Hikayesi

Leyla ve Kays medrese yıllarında birbirlerine aşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla'yı okuldan alır ve Kays'la görüşmesini yasaklar. Aşk ıztırabıyla mahvolan Kays halk arasında Arapça "deli" anlamına gelen "Mecnun" diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun'a birçok kişi Leyla'yı unutmasını söyler. Ancak onun için kainat artık Leyla'dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta babası onu bu dertten kurtarmak üzere Allah'a yakarması için Kabe'ye götürür ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla'nın Hem Mecnun'un halleri gittikçe perişanlaşmaktadır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla kocasından kendini uzak tutması için bir hikaye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir türlü cefasıyla yoğrulmaktadır. Dünyayla bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla'nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün Leyla çölde Mecnun'u bulur ama Mecnun onu tanımaz ve "Leyla benim içimdedir, sen kimsin?"der. Leyla Mecnun'un ulaştığı mertebeyi anlar ve döner ve çok geçmeden ölür, Mecnun'da ölür.


7 Mayıs 2016 Cumartesi

Fuzuli'den Beyitler

Ferhada seyr-i suret Mecnuna geşt-i sahra
Bir rahat içre herkes ancak menem belada

(Ferhad resim seyreder, Mecnun çölde dolaşır.
Herkes bir rahatlık içinde ancak benim belada)

Mende Mecnundan füzun aşıklık isti'dadı var
Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı var

(Bende Mecnun'dan daha fazla aşk yeteneği var.
Gerçek aşık benim. Mecnun'un ancak adı var.)

Her gören ayb itdi ab-ı dide-i giryanumı
Eyledüm tahkik görmüş kimse yok cananumı

(Ağlayan gözümün yaşını her gören beni ayıpladı.
Araştırdım. Sevgilimi gören kimse yok.)




Ay ile Güneş Efsanesi

Ay gökçek bir oğlan, güneş de güzel bir kızmış. Ay güneşe aşık olmuş. Onbeşlediği bir gün ay bu aşkını güneşe açıklamış. Güneş de zaten aya aşıkmış ve bu aşkını bir türlü söyleyemiyormuş. Ayın sözlerinden cesaret alarak o da onu sevdiğini söylemiş. Ayın her onbeşlemesinde ay ile güneş buluşuyor, geleceklerine dair tatlı hayaller kuruyorlarmış. Hatta son buluşmalarında evlenmeye karar vermişler. Onların bu şekilde birbirlerini sevmelerini kıskanan bir cazı karısı araya girerek güneşe ay hakkında yanlış bilgiler vermişler ve onu aydan soğutmuş. Ay ise bütün olan bitenden habersiz güneşin etrafında dolanıp duruyor ancak onun kendisiyle konuşmamasına çok üzülüyormuş. Bir gün güneş aya:

-Boşuna peşimde dolaşıp durma, seninle evlenmeyeceğim. Benden umudunu kes, demiş.

Bu sözlere anlam veremeyen ay:

-Kıyamete kadar senden ümidimi kesmeyeceğim, bir gün suçsuz olduğumu anlayacaksın, demiş.

Ay ile güneşin konuşmaları böylece sona ermiş. Ancak ay güneşi bir türlü unutamıyormuş. Her onbeşlemesinde hasretle güneşe bakmak istiyor. Güneş onun gözüne parmaklarını uzatarak kendisini görmesini engelliyormuş. İnsanların güneşe bakamayışlarının sebebi buymuş. Güzel bir kız olan güneş kendisini göstermemek için de insanların da gözüne ışıktan parmaklarını uzatırmış. Meğerse güneşe bakıldığında insanın gözünü delen ışıklar onun ince parmaklarıymış.




6 Mayıs 2016 Cuma

Fuzuli-Leyla vü Mecnun'dan

Can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır
Aşk afet-i can oldugı meşhur-ı cihandır

(Aşk gamına can verme. Çünkü aşk canın afetidir.
Aşkın can afeti olduğu dünyaca meşhurdur.)

Yahşı görünür sureti mehveşlerin amma
Yahşı nazar etdükde ser-encamı yamandır

(Ay gibilerin yüzü güzel görünebilir.
Ama dikkatlice bakarsan sonun kötüdür.)

Yad itme kara gözlülerin merdüm-i çeşmin
Merdüm diyüp aldanma ki içdikleri kandır

(Kara gözlülerin göz bebeğini anma.
Bebek diye aldanma çünkü içtikleri kandır.)

Vefa her kimseden kim istedüm andan cefa gördüm
Kimi kim bi-vefa dünyada gördüm bi-vefa gördüm

(Her kimden vefa istediysem ondan cefa gördüm.
Vefasız dünyada kimi gördüysem vefasız gördüm.)

Eksük olmaz gamumuz munca ki bizden gam alup
Her gelen gamlu gider şad gelüp yanumuza

(Niceleri bizden gam alır gamımız eksilmez.
Her gelen yanımıza mutlu gelip gamlı gider.)


Gelinkaya Efsanesi

Giresun ilinde halkın Gelinkaya diye isimlendirdiği ve adına efsane izafe ettiği iki mekan vardır. Bunlardan biri Görele taraflarında Sisdağı'nın güneybatısında yer almaktadır. Çanakçı Kuşköy'ün de doğusuna düşen bu doğal kayalık, Sisdağının yamacına yaslanmış 30-40 m yükseklikte ve bebeğini sırtında taşıyan bir kadın görünümündedir. Halk arasındaki yaygın söylence şöyledir:

Yıllar önce güzel bir gelin ve çok sevdiği kocasıyla bir de çocuğu varmış. Karı kocayla oturan bir de yaşlı kaynana varmış. Ailenin geçimi hayvancılığa dayalıymış. Yaşlı kaynana, karı-koca ve bir çocuktan oluşan bu mutlu aileyi kıskanıyormuş. Kaynana çok titiz ve geçimsiz birisiymiş. Gelin çoktan bu yaşlı acuzeyi terk edip gidecekmiş ama kocasını ve çocuğunu çok seviyormuş.

Bir gün genç gelin yanında çocuğuyla beraber Sisdağının yamaçlarına inek otlatmaya gitmiş. İneklerden Sarıkız diye adlandırılanı çok hoyratmış. Genç gelin bebeğini emzirirken Sarıkız kaşla göz arasında yok olmuş. Gelin ineğin yokluğunu fark edip hemen aramaya gitmiş ama bulamamış. Akşam yaklaştıkça yüreğini korkular sarmaya başlamış. Eve gitse kaynanadan; dağda kalsa kurttan kuştan korkarmış. Çıkar yol bulamayan gelin çocuğu sırtında bir süre daha ormanda dolaşmış. Ama hiç bir iz bulamayınca ağlamaya başlamış. Gözyaşları akan derelere karışmış. Karanlık iyice bastırıp gecenin yüreklere korku salan sessizliği çökmüş, her yeri kaplamış. Artık yapabileceği hiç bir şey kalmayınca kıbleye dönüp Allah'a yalvarmış:

-Allah'ım ya beni kuş et uçur, ya da taş et dondur, demiş. Gelinin yalvarışları kabul edilmiş ve o anda taş olup kalmış.

5 Mayıs 2016 Perşembe

Fuzuli Divanı'ndan

Merhem koyup onarma sinemde kanlu dağı
Söndürme öz elünle yandurduğun çerağı

Günümüz Türkçesi;

Göğsümdeki kanlı yaranı merhem sürüp iyileştirme
Kendi elinle uyandırdığın mumu söndürme

Fuzuli aşkın insanı olgunlaştırdığını düşünür. Olgunlaşmanın da acı çekmekten geçtiğini düşünür. Acı çekmeyi sevdiği için doktor, ilaç, nasihatçı istemez. Sevgilinin verdiği acıyla o yara oluştu.

Uymuş cünuna gönlüm ebruna der meh-i nev
Ne i'tibar ana kim seçmez karadan ağı

Günümüz Türkçesi;

Gönlüm çıldırmış, kaşına yeni ay diyor.
Akı karadan seçemeyene itibar edilir mi?

Ay beyaz, kaş siyah olur. Akı karayı seçemeyenin hiç bir şeyine itibar edilmez. Fuzuli'nin sevgilisi kendine özgü o yüzden tabiattaki hiç bir şey sevgilisine benzemez. Diğer şairler gibi sevgilinin kaşını aya benzetmiş.

Kaddün gamında servün sormağa za'f- halin
Gülzardan kesilmez ırmakların ayağı

Günümüz Türkçesi;

Ey sevgili servinin senin boyunun sıkıntısındaki çaresizliği sormak için ırmakların ayağı gül bahçesinden kesilmez.

Servi, sevgilinin boyu onun boyundan uzun olduğu için sevgiliyi kıskanıyor. Serviler zaten ırmakların yanındadır. Servinin hatırını sormak için oraya gelmemişlerdir.


4 Mayıs 2016 Çarşamba

Zahmetsiz Rahmet Olmaz

Salim ve Ganim adında iki arkadaş varmış. Bir dağ eteğine düştü yolları. Bu dağı zorluklarla geçtikten sonra arkasındaki çeşmeye kavuştular. Çeşmenin başında şunlar yazıyordu:

-Dağın eteğinde büyük aslan heykeli var. Onu alıp dağın zirvesine bir anda çıkarırsan artık hiç bir şeyden korkma.

Ganim Salim'e "Gel gidip bakalım" dedi. Salim:

-Kimin yazdığını bilmediğimiz bir yazı için kendimizi tehlikeye atmamalıyız. Ganim:

-İyi yerlere ulaşmak için cesaret edip bir şeyler yapmamız gerekir.

Ama Salim ikna olmamıştı ve Salim Ganim'i ikna etmeye çalışıyordu "Heykeli alıp bir koşuda dağın tepesine çıkmak imkansız" diyerek. Ganim kararlıydı ve "Başkasının sözüyle yoldan dönmem" dedi.

Ganim arkadaşıyla vedalaşıp aslanı sırtına aldı ve dağın zirvesine ulaştırdı. O an aslan canlandı ve kükremeye başladı. Bunu duyan halk dağa geldiler ve Ganim'i hükümdar yaptılar.

Meğer aslanı dağın tepesine çıkaran kişiyi hükümdar yapacak imişler.

Ganim adalet içinde ülkesini yönetti.

İnsan bazı şeyleri göze almadıktan sonra iyi yerlere gelemez.

Yusufçuk Kuşu Efsanesi

İlkbahar ve yaz günlerinin bazı gecelerinde dağlarımızda bir ses duyulur. Hu! Lu Lu Lu Lu! gibi bir şey. Biraz garip, biraz hüzünlü, biraz korkulu... İşte o ses yusufçuk kuşunun sesiymiş. Öttüğü zaman ağladığı rivayet edilir.

Çok eski zamanın birinde üvey ana ve elinde iki çocuk varmış. Yusuf'la ablası Barcın Yaylasında yaşarlarmış. Her gün koyunlarını otlatarak günlerini geçirirlermiş. Günlerden bir gün oyuna dalmışlar, vaktin nasıl geçtiğini bilmeden akşam olmuş. Koyunlar da varıp gitmişler bilinmeyene. Üvey analarından çok korkan çocuklar koyunları bulmadan eve dönememişler. Gece karanlığında koyunları aramaya başlamışlar. Bu arada birbirlerini de yitirmişler. Hem koyunları hem Yusuf'u arayan ablacık durup dinlenmeden dere tepe koşmuş, her yere çıkışında ünlermiş: Yusuf! Koyunları buldun mu?

Dağdan taştan ses gelir, Yusufçuk'tan ses gelmezmiş. Yusuf'tan bir ses, koyunlardan biz iz bulamayan ablacık sabaha kadar hem koşmuş, hem ünlemiş: "Yusuf koyunları buldun mu?

Sabahleyin yaylanın bir semtinde, çayırlı bir düzlükte Yusuf'u ve koyunları bir arada bulmuş, bulmuş ama hepsi de sessiz, soğuk, birer taş olmuşlar. Zavallı abla da kederinden kuş oluvermiş. Kuş olmuş ama Yusuf'u ve koyunları unutamamış, ünlemesi dinmemiş. O zamandan bu yana hem arar hem ünler: Yusuf koyunları buldun mu?


2 Mayıs 2016 Pazartesi

Şem' ü Pervane


Rum padişahı Jale'nin yaşlanmasına rağmen hala çocuğu olmamıştır. Allah'a dua ederek bu hasretini gidermesini ister. Bu duadan sonra pervane isimli çocuğu dünyaya gelir. Müneccimler çocuğun Şem' isimli bir kıza aşık olacağı, bu yolda çok sıkıntılar çekeceği ama sonunda ona kavuşacağı yolunda kehanette bulunurlar. Pervane bu kehanete uygun olarak babasının yaptırdığı köşkün duvarında resmini gördüğü Şem'e aşık olur. Şem' Çin hükümdarı Fağfur'un kızıdır. Bütün vaktini bu resim önünde geçiren Pervane'nin durumuna üzülen babası onu bu aşktan kurtarmak için duvardan resmi kazıtır. Ancak bu Pervane'nin  aşkını artırmaktan başka işe yaramaz. Pervane sevgilisine kavuşma yolları arar. Sonunda bir sihirbazın yaptığı büyük kuşa binerek Çin ülkesine gider. Şem' tam da o sırada seyyahtan kendisinin hikayesini dinlemektedir ve konuşmalarından Şem'in de kendisine aşık olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Pervane ortaya çıkar ve iki aşık kavuşurlar. Ancak durumun öğrenilmesiyle Pervane zindana atılır. Buradan dayenin yardımıyla kurtulan Pervane bir kadın aracılığıyla Şem'le mektuplaşmaya başlar. Sonrasında Pervane'nin babası Jale, Şem'i babasından istese de Fağfur buna razı olmaz. Bunun üzerine Şem' saraydan kaçarak Rum ülkesine gider. Kızının kaçtığını öğrenen Fağfur Rum ülkesine casus gönderir. Rum ülkesinde casusu tanırlar ve ona işkence etmek isterler. Ancak şah Jale buna izin vermez ve casusu serbest bırakır. Jale'nin bu hareketinde etkilenen Fağfur aşıkların birlikteliğine razı olur. Fağfur'un ölümü üzerine Pervane Çin tahtına geçer.

Dizi-Film Olmuş Kitaplar

-Halide Edip Adıvar/Ateşten Gömlek



Film 1923 yılında gösterime girdi.



-Halid Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı Memnu


Dizi 1975 yılında yayınlanmıştır.


-Reşat Nuri Güntekin/Çalıkuşu


Film 1966 yılına aittir.


-Reşat Nuri Güntekin'in diğer bir kitabı ve uyarlandığı filmi Yaprak Dökümü. Film 1967'ye ait.





1 Mayıs 2016 Pazar

Klasik Türk Edebiyatında Kalıplar

Gamze, yan bakış manasına gelir. Sevgilinin gamzesi oka benzer ve aşığın kalbine oklar atar.

Gamzen suale başlasa uşşaka her müjen
Guya lisan-i hal ile bir terceman olur

Lal, kırmızı renkli değerli bir taştır. Aşığın gözü, gözyaşları lale benzetilir.

Çare umdum la'l-i şirininden eşk-i telhime
Teli güftar ile aldın can-ı şirinim benim

Sevgilinin saçı, kaşı, kakülü şekil itibariyle nala benzetilmiştir.

Na'l der-ateş enduh- felaket oldum
Oldu esb-i hevesim pay-ı ukal-i ekdar

Sevgilinin gözü nergise benzer, baygın bakar.


Gül hasretinle yollara dutsun kulağını
Nergis gibi kıyamete dek çeksin intizar




29 Nisan 2016 Cuma

Çoban Totak ve Pir Aziz Efsanesi

Bugünkü Piraziz ilçesinde türbesi bulunan Şeyh İdris'in Karagöl Dağı çevresindeki yaylalarda otlattığı koyun sürüsü "Çoban Totak" adında ermiş biri tarafından otlatılmaktaymış. Şeyh İdris'in de yaylada bulunduğu bir sırada beklenmedik bir zamanda Çoban Totak ölmüş. Ölüm olayı ikindi vakti gerçekleştiğinden cenazenin kaldırılması için de yeterli vakitte yokmuş. Ayrıca olayın yaşandığı yayla ile Şeyh İdris'in yaşadığı Piraziz arasında yürüme bir günlük mesafe varmış. Bu durum karşısında Şeyh İdris abdestini almış ve ikindi namazına başlamadan önce kuzeye yönelerek mollası Aziz'e seslenmiş:

-Totak öldü, kefenlik bez getir, kazma kürek tez getir, koyuna da tuz getir, demiş. Şeyh İdris daha namazını bitirmeden molla Aziz yanına gelmiş. Bu durum karşısında şaşıran Şeyh İdris mollasının eriştiği manevi dereceyi takdir anlamında ona "Pir kişi olasın, adında bu yerlerde baki kalsın" diye duada bulunmuş. Bundan sonra bölgeye Pir Aziz'in adı verilmiş.


PİRAZİZ

27 Nisan 2016 Çarşamba

Divan Edebiyatı

Sevgilinin ağzı dar ve küçüktür. Çoğu zaman yok diye bilinir. Bu bakımdan mim harfine benzetilir.


Sevgilinin gözlerinin iri oluşu sebebiyle ahuya benzetilir.


Efsanevi bir kuş olan anka görülmemiştir. Yani kuşun adı vardır, kendisi yoktur. Bu yönüyle sevgili anka kuşuna benzetilir. 


Sevgilinin yanağı ateştir. Şarapta rengi itibariyle ateşe benzer.


Ayın ışığı nurdur. Bu ay nurlu olmasıyla sevgilinin yüzüne benzetilir. Ayın üzerindeki karalıklarda sevgilinin ayva tüyleridir. Ayva tüyü yüzde olan ince sarı tüylerdir.


Dam, tuzak demektir. Sevgilinin saçları da damdır.

Diş, inciye benzetilir.


Ebru, kaş demektir. Kaş; ra, nun harfine ve yaya benzetilir. Kaş misk kokuludur. Çünkü o devirlerde kaşa, saça, sakala koku sürülürmüş.











26 Nisan 2016 Salı

Al Kızı Efsanesi-Giresun

Sağrakgöl

Dereli ilçesinin Kızıltaş Yaylasında Sağrakgöl adıyla gizemli bir göl varmış. Suyu soğuk ve oldukça derin olduğu için de kimse buraya girmeye cesaret edemezmiş. Bir gün köyün çok iyi kalpli çobanı kaybettiği koyunları ararken gölün kenarında bir ipek mendil bulmuş. Mendilin sahibi gölün içinde yüzen uzun saçlı bir peri kızıymış. Çoban mendili alıp eve dönmüş. Peri kızı da onu takip ederek çobanın evine gelmek zorunda kalmış.


Sonra peri kızı ile çoban evlenmişler, çocukları olmuş. Bu evlilikten evliyanın baş tacı Hacı Ellez (İlyas) hazretleri olmuş. 

Yıllar sonra peri kızı ile çoban yine bu gölün kenarına gelmişler ve ilk karşılaştıkları günleri hatırlamışlar. Peri kızı çobandan ipek mendili artık geri vermesini istemiş. Çobanda peri kızının yaşlı haline, anne oluşuna bakarak kendisini terk edemeyeceğini düşünerek mendili geri vermiş. Peri kızı mendili alıp Sağrakgöle ayağını dokundurunca ilk günkü gibi gençleşmiş ve güzelleşmiş. Çoban onu kararından geri çevirmek istemişse de başarılı olamamış. Peri kızı "evim al evi olsun, lohusalar şifa bulsun" diye dilek dileyerek gözden kaybolmuş. İşte o günden beri Kızıltaş köyündeki bu ev "al ocağı" olarak kalmış. Lohusa hasta gelinler, kadınlar buraya gelerek Al kızından şifa bulmuş.

25 Nisan 2016 Pazartesi

Kaplan Yavrusu

Adanın içinde bir orman varmış. Bu ormanda bir kaplan yaşarmış. Kaplanda aslanlar bile korkarmış. Uzun süre ormana hakim olmuş, onun kuralları geçerli olmuş. Bu kaplanın bir de yavrusu vardı. O öldükten sonra o geçecekti ormanın başına ve kaplanda dilediği gibi yaşayacaktı lakin bu dileğini gerçekleştirmeden öldü. Onu yerinde gözü olanlar bir yarış içerisine girdiler. Acımasız bir aslan galip gelerek ormanın yeni kralı o oldu.

Yavru kaplan diğer ormanlardan yardım istedi. Ama ormandakiler ona yardım etmediler:
-Senin ormanın acımasız aslanın hükmü altında. Ona gücümüz yetmez, seninde yetmez, onun emri altına gir, dediler.
Kaplan yavrusunu bu fikir aklına yattı. En iyisi yardım etmektir diye düşündü ve aslanın sağ kolu oldu.

Günler geçti ve bir gün aslanın orman dışında işi oldu. Kimi göndersem diye düşüncelere daldı. Kaplan onu böyle düşünceli görünce sordu. Aslanda durumu anlattı. Kaplan kendisinin gidebileceğini söyledi ve yola koyuldu.

Gece gündüz durmadan yol aradı. Hava sıcaktı ve kafile bunalmaya başladı. Ama kaplan durmak bilmiyordu.
-Şurada dinlensek aslan nereden bilecek, dediler. Fakat kaplan kabul etmedi. Bana bir süre verildi. Gevşek davranamam dedi.

Aslanın casusları bu durumu aslana anlattılar. Aslanın çok hoşuna gitti ve eskiden babasının olan yerlerin valisi oldu. Dürüstlüğünün karşılığını almış oldu.


Aslan


Kaplan yavrusu


Sadettin Nüzhet Ergun

1901'de Bursa'da doğdu. Babası kolağası Ali Efendidir. İlk tahsiline Üsküdar İttihat ve Terakki Mektebinde başladı. Daha sonra Üsküdar Sultanisi ve İstanbul Darülfünun Edebiyat fakültesini bitirdi. 1921 senesinde Meşihat Dairesince imtihan edilerek Hallaç Baba Sadi Dergahı Şeyhliğine tayin edildi. Dergahlar kapanıncaya kadar bu göreve devam etti. Dergahlar kapatıldıktan sonra Ankara, Konya ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yaptı. 1943'te Bayezid Devlet Kütüphanesi Müdürlüğüne tayin edildi. Bu vazifedeyken 25 Nisan 1946'da vefat etti. Edebiyat tarihi çalışmalarıyla ünlü oldu. Halk edebiyatı tesirinde kalarak araştırmalarında bu yönde ağırlık verdi. Edebiyat hayatına şiir yazarak başlayan Sadettin Nüzhet'in eserlerinde büyük bir vesika zenginliği, araştırmalarda titizlik ve mukayese dikkat çeker. Eserlerinin bir kısmını tamamlayamamıştır. Eserleri;
-Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı'ndan
-Karacaoğlan


-Gevheri
-Gedai
-Kuloğlu
-Hengami
-Silleli Süruri
-Aşık
-Aşık Ömer
-Şeyh Galib
-Neşati
-Şeyhü'l-İslam Bahai
-Sabuhi
-Baki
-Pir Sultan Abdal
-Bektaşi Şiirleri ve Nefesleri
-Hatayi
-Türk Musikisi Antolojisi


23 Nisan 2016 Cumartesi

Klasik Türk Edebiyatında Sanem

Sanem; put demektir. Bu put kilisedeki putlardır. Bunlar altın ve gümüşten yapılır ve pürüzsüzdür.  Klasik Türk edebiyatında sevgili puta benzetilmiştir. Çünkü put pürüzsüzdür ve sevgili de pürüzsüzdür. Sanemin şiirlerdeki kullanışına örnek verelim:



Hayali Beg'den;

Öldürürsin aşıkı rahm eylemezsin ey sanem
Hey ne kafirsin senün sinende imanun mı var

Günümüz Türkçesiyle;

Ey put acımazsın, aşığı öldürürsün
Ya ne kafirsin senin göğsünde imanın mı var



Necati Beg'den;

Hüsnünün çavı bütün alemi tutdı sanema
Gün gibi yedi iklime değin nurı varur

Günümüz Türkçesiyle;

Ey put güzelliğinin şöhreti güneş gibi bütün dünyayı kapladı
Çünkü yedi kıtaya dek ışığı gider

21 Nisan 2016 Perşembe

Zati ve Şiiri

II. Bayezid ve I. Süleyman döneminde yaşamış şairdir.
1546 yılında ölmüştür.


İşte şiirinden bir örnek:

N'oldun inlersin felek hercayi cananun mı var
Sey ider her bir menzili mah-ı tabanun mı var

Benzüni ey bustan fasl-ı hazan mı itdi zerd
Yohsa başı taşra bir serv-i hıramanun mı var

Ağlayup feryad idersin her nefes ey andelib
Harla hem-saye olmuş verd-i handanun mı var

Yoluna canum revan itsem gerek cana didim
Yüzüme bin hışm ile bakdı dedi canun mı var

Zülf-i dilber gibi ey Zati perişansın yine
Cevri bi-hadd yohsa bir yar-i peri-şanun mı var

Bu şiirde Zati'nin aşk hikayesini görüyoruz. Önce gökyüzüyle konuşuyor, daha sonra bahçeyle konuşuyor. "Neden sarardın?"diye soru soruyor. Ardından bahçedeki bülbülle dertleşiyor. Bu sohbetlerden sonra sevgilinin yanına gidiyor ve onunla konuşuyor lakin sevgili onu tersliyor ve Zati yine kendisiyle dertleşmeye başlıyor.

İşte divan edebiyatında sevgili