İlkbahar ve yaz günlerinin bazı gecelerinde dağlarımızda bir ses duyulur. Hu! Lu Lu Lu Lu! gibi bir şey. Biraz garip, biraz hüzünlü, biraz korkulu... İşte o ses yusufçuk kuşunun sesiymiş. Öttüğü zaman ağladığı rivayet edilir.
Çok eski zamanın birinde üvey ana ve elinde iki çocuk varmış. Yusuf'la ablası Barcın Yaylasında yaşarlarmış. Her gün koyunlarını otlatarak günlerini geçirirlermiş. Günlerden bir gün oyuna dalmışlar, vaktin nasıl geçtiğini bilmeden akşam olmuş. Koyunlar da varıp gitmişler bilinmeyene. Üvey analarından çok korkan çocuklar koyunları bulmadan eve dönememişler. Gece karanlığında koyunları aramaya başlamışlar. Bu arada birbirlerini de yitirmişler. Hem koyunları hem Yusuf'u arayan ablacık durup dinlenmeden dere tepe koşmuş, her yere çıkışında ünlermiş: Yusuf! Koyunları buldun mu?
Dağdan taştan ses gelir, Yusufçuk'tan ses gelmezmiş. Yusuf'tan bir ses, koyunlardan biz iz bulamayan ablacık sabaha kadar hem koşmuş, hem ünlemiş: "Yusuf koyunları buldun mu?
Sabahleyin yaylanın bir semtinde, çayırlı bir düzlükte Yusuf'u ve koyunları bir arada bulmuş, bulmuş ama hepsi de sessiz, soğuk, birer taş olmuşlar. Zavallı abla da kederinden kuş oluvermiş. Kuş olmuş ama Yusuf'u ve koyunları unutamamış, ünlemesi dinmemiş. O zamandan bu yana hem arar hem ünler: Yusuf koyunları buldun mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder